KitabYurdu » Kitab » Psixologiya » Carl Gustav Jung – Keşfedilmemiş Benlik


Şeçilmişlər Carl Gustav Jung – Keşfedilmemiş Benlik

ADI:
Keşfedilmemiş Benlik
REYTİNQ:
  • +71
MÜƏLLİF:
JANR:
DİL:
FORMAT:
ÇAP İLİ:
-
ÖLÇÜSÜ:
104 Kb
“Arkaik” sözcüğü en eski, ilk -orijinal- demektir. Bugünün uygar insanı hakkında bir şeyler söylemek en zor ve en nankör işlerden birisidir, ama arkaik insanla ilgili konuşmak için daha iyi bir konuma sahibiz. Uygar insanda yetkili ve etkili bir bakış açısına ulaşmamız gerekirken, hakkında konuşmak istediğimiz insanınkine benzer önyargıların ve varsayımların tuzağına yakalanırız. Oysa arkaik insanda, onun zaman içindeki konumundan oldukça uzak dururuz ve ussal kapasitemiz onunkinden daha farklıdır. Bu nedenle, kuşkusuz, onun dünyasını ve bu dünyanın onun için anlamını inceleyebileceğimiz avantajlı bir noktada durabiliriz.

Bu cümle önünüzdeki makalede anlatılacak konuyu sınırlandırmaktadır. Kendimi arkaik insanın ruhsal yaşamıyla sınır-landırsam dahi, onun yapısını bu kadar kısıtlı bir alanda kapsayabil mem çok zor. Yine de tabloyu oldukça kapsamlı çizmeye çalışacağım ve antropolojinin ilkel ırklarla ilgili bulgularına yer vermeyeceğim. İnsandan genel olarak söz ettiğimizde, gözümüzde onun anatomisi -kafatasının biçimi veya derisinin rengi- canlanmaz, daha ziyade onun ruhsal yaşamından, bilinç düzeyinden ve yaşam tarzından bahsederiz. Bütün bunlar da psikolojinin konusu olduğuna göre, burada temel olarak arkaik veya ilkel zihniyeti ele alacağız. Bu sınırlamaya rağmen neticede konumuzun kapsamını daha da genişletmiş oluyoruz, çünkü ruhsal süreçleri arkaik olan sadece ilkel insan değildir. Günümüzün uygar insanında da bu arkaik süreçleri gözlemleyebiliyoruz, üstelik bunlar modern sosyal yaşamın düzeyinde tek tük “geçmişin yeniden canlanışı” biçiminde değiller. Aksine, bilinç gelişimi ne düzeyde olursa olsun, her uygar insan ruhunun derinliklerinde arkaik bir insan olmaya devam eder. İnsan vücudu bizi nasıl memelilere bağlıyorsa ve sürüngenler çağına kadar uzanan evrimsel sürecin hatıralarını taşıyorsa, insan ruhu da, başlangıcına kadar izlerini takip ettiğimizde, sayısız arkaik özellikler gösteren bir gelişimin ürünüdür.

İlkel insanlarla ilk karşılaştığımızda veya bilimsel çalışmalardan ilkel zihniyet hakkında bir şeyler okuduğumuzda arkaik insanın tuhaflığından etkilenmeden duramayız. İlkel top-lumların psikolojisi konusunda bir otorite olan Lévy-Brühl zihnin "mantık öncesi” düzeyi ile bizim bilinçli görüntümüz arasındaki çarpıcı farklılıkları vurgulamaktan hiçbir zaman yorulmamıştır. İlkel insanın deneyimlerin bariz derslerini gözardı etmesini, en aşikar neden-sonuç ilişkilerini reddetmesini ve olayların rastlantısallığını kabullenmek veya onları mantıklı bir şekilde açıklamaya çalışmak yerine onların “kolektif simgeselliğini" bir çırpıda geçerli saymak eğilimini, kendisi uygar bir insan olarak, açıklanması mümkün olmayan bir şey olarak düşünmüştür. Lévy-Brühl “Kolektif simgesellikle doğruluğu aşikar kabul edilen, yaygın biçimde geçerli düşünceleri, örneğin ruhlar, cinler, büyü, büyüsel malzemelerin gücü gibi konuları içeren ilkel düşünceleri kastetmektedir. Bizim için insanların yaşlılık veya ölümcül bir hastalık nedeniyle ölmesi gayet mantıklı görünürken, ilkel insan için durum farklıdır. O, yaşlı bir insan öldüğünde, ölümün yaşlılık sonucu olduğuna inanmaz. Daha uzun yaşayan insanların bulunduğunu söyler. Benzer şekilde, hiç kimse bir hastalık sonucu ölemez, çünkü aynı hastalıktan iyileşen veya o hastalığa hiç yakalanmayan insanlar vardır. Ona göre asıl neden her zaman büyüdür. İnsanı ya bir ruh öldürür ya da büyü. Çoğu ilkel kabile ancak savaş esnasında ölümü doğal bir ölüm olarak kabul eder. Ancak savaşta ölümü bile doğal görmeyen kabileler vardır, onlara göre ölümü getiren düşman ya bir büyücüdür ya da kullandığı silah büyülüdür. Bu garip düşünce zaman zaman daha çarpıcı bir biçime bürünür. Örneğin bir Avrupalı tarafından öldürülen bir timsahın karnında iki tane halhal bulunmuştu. Yerliler bu iki halhalin bir süre önce bir timsah tarafından yutulan iki kadına ait olduklarını söylediler. Anında bir büyü söylentisi yayıldı; çünkü bir Avrupalıyı hiç kuşkulandırmayacak kadar doğal olan bu olay, Lévy-Brühlun “kolektif simgesellik” dediği varsayımlardan birinin ışığında, öngörülemez bir açıklamaya bürünmüştü. Yerliler belirsiz bir büyücünün timsahı büyülediğini ve ona iki kadını getirmesini emrettiğini söylediler. Timsah da emri yerine getirmişti. Peki, hayvanın karnındaki halhalları nasıl açıklıyorlardı? Yerliler bir timsahın emir almadıkça insanları yemediğini belirttiler. Timsah halhalları büyücüden ödül olarak almıştı.

Bu hikaye zihnin “mantık öncesi” düzeyinin özelliklerini gösteren mükemmel bir örnektir. Buna “mantık öncesi” diyoruz, çünkü böyle bir açıklama bize bütünüyle mantıksız görünüyor. Ama bunu bu kadar çarpıcı kabul etmemizin nedeni ilkel insanın varsayımlarından tamamiyle farklı varsayımlardan yola çıkmamızdır. Eğer biz de, doğal nedenler olarak bilinen şeyler yerine, büyücülerin ve gizemli güçlerin varlığına onun kadar inansaydık, onun açıklamaları bize de son derece mantıklı gelecekti. Aslında, ilkel insan bizden daha mantıklı veya daha mantıksız değildir. Onun varsayımları bizimkilerden farklıdır ve onu bizden farklı kılan da bu özelliğidir. Düşünceleri ve davranışları bizimkilerden değişik temeller üzerine oturur. Olağanın dışındaki her şey onu huzursuz eder, korkutur ve o bunu bizim doğaüstü dediğimiz şeylerle bağlantılandırır. O bunları elbette doğaüstü olarak görmemektedir; aksine, bunlar onun deneyim dünyasına aittirler.