KitabYurdu » Kitab » Roman » Ayşe Kulin – Kardelenler: Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları


Şeçilmişlər Ayşe Kulin – Kardelenler: Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları

ADI:
Kardelenler: Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları
REYTİNQ:
  • +11
MÜƏLLİF:
JANR:
DİL:
FORMAT:
ÇAP İLİ:
-
ÖLÇÜSÜ:
168 Kb
Bin Bir Renkli Kır Çiçekleri 
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Bütün çiçeklerini getirin buraya Öğrencilerimi getirin, getirin buraya Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer Bütün köy çocuklarını getirin buraya Son bir ders vereceğim onlara Kır  ve  dağ  çiçeklerini  istiyorum  Kaderleri  bana  benzeyen  Yalnızlıkta  açarlar  kimse  bilmez  onları  Geniş 
ovalarda kaybolur kokuları Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni 
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım Ben bir bahçe suluyordum gönlümden Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden            *  Ne  güller  fışkırır  çilelerimden  Kandır,  hayattır,  emektir  benim  güllerim  Korkmadım, korkmuyorum ölümden Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin 
C. A. KANSU 
BİN BİR RENKLİ KIR ÇİÇEKLERİ
İlkbahar, sonbahar gibi kırılıp dökülerek, nazlanarak, ağır ağır gelmez Anadolu'ya; aniden gelir. Kış boyunca sessiz  ve  elemli  duran  bozkırlar,  mart  sonuna  doğru  silkinir  ve  birden  coşar.  Aylardır  kendini  esirgeyen güneşin  ışığı,  bulutları  yarıp  yeryüzüne  erişince,  göz  alabildiğine  uzanan  yaylalarda  kara  gözlü  kırmızı gelinciklerle sarı saçlı papatyaların, dağlarda ise mor anemonlarla mavi dağ minelerinin, hüsnüyusufla-rın ve isimlerini  hiç  hak  etmeyen  narin  katırtırnaklarının  renk  cümbüşü  başlar.  Bir  sihirbaz  değneğiyle  yeryüzüne dokunu-vermiş gibi, bir anda pıtrak pıtrak çiçek fışkırır tarlalardan. Toprağın rengi, bu göz kamaştıran alacalı parıltı yüzünden görünmez olur. 
Đşte aynen böyle oldu onların da Đstanbul'a gelişleri. Nicedir boş ve sessiz duran okulun camlarına renkleri, duvarlarına  cıvıltıları  yansıdı.  Yaz  aylan  boyunca  bomboş  kaldıkları  için  mahzun  duran  sınıflar,  koridorlar silkinip  canlandılar.  Ağaçların  yüzü  güldü.  Bir  hareket  başladı  çevrede.  Gerçi  aynı  anda  doluşmadılar  okul bahçesine,  birer  ikişer  geldiler,  yanlarında  anneleri,  babaları  kimi  zaman  da  dayıları,  amcaları  veya ağabeyleriyle.  Ama  nihayet  hep  birlikte  avluda  toplandıklarında,  yaz  öncesinin  Anadolu  toprağında  açan rengârenk çiçekleri gibi, gökkuşağının yedi rengine boyayıverdiler bahçeyi. 
Kentsoylu  çocukların  üzerlerinde  ender  görülen  renklerle  gelmişlerdi;  gelincik  kırmızısı,  çayır  yeşili  hırkalar, zakkum  pembesi  ya  da  menekşe  moru  gömlekler,  desenli  veya  çizgili  etek  ve  pantolonlar  giyiyorlardı. 
Giysilerinin coşkun rengine karşın, saçları kahverengi veya siyahtı, koyu renk gözleri ise üzerlerine en parlağından  vernik  atılmış  gibi  pırıl  pırıldı.  Ürkektiler;  ince  bacaklarının  üzerinde  yavru  ceylanlar  gibi  sakınarak yürüyor,  kopup  gel-12  dikleri  yuvalarından  çok  farklı  olan  bu  steril  ortamda  kapı  diplerine  siniyor,  uzun boyluların gerisinde gözden kaçmaya çalışıyorlardı. Konuşkan değillerdi. Memleketlerindeki hayata dair hiçbir şey anlatmıyorlardı nedense. Ne geride bıraktıkları zor yaşam şartlarından şikâyet ediyorlardı, ne de alışmaya çalıştıkları yepyeni koşullardan. Evlerindeki düzensiz yemek saatlerinden, sabahları kahvaltı niyetine yedikleri kuru  ekmeklerden  de  söz  etmiyorlardı.  Onların  kültüründe  kendilerine  ait  olanı  saklamak  vardı,  ortaya dökmek  değil.  Onurluydular,  kimsenin  kendilerine  acımasını  istemiyorlardı.  Bu  yüzden  gözleri  yaşlı yakalananlar,  ağladıklarını  itiraf  etmiyor,  "Gözüme  bir  şey  kaçtı,"  demeyi  tercih  ediyorlardı.  Vefalıydılar, alıştırma  dönemi  sonunda  evlerine  dönerlerken,  gördükleri  derslerin  notlarıyla  çalışma  defterlerini, yararlanmaları  için  buraya  gelirken  geride  bıraktıkları  öğretmenlerine,  giysilerinin  bir  bölümünü  de  evdeki kardeşlerine götürmek istemişlerdi.