KitabYurdu » Kitab » Dünya Ədəbiyyatı » Ilya Ehrenburg Paris Düşerken


Şeçilmişlər Ilya Ehrenburg Paris Düşerken

ADI:
Paris Düşerken
REYTİNQ:
  • +8
MÜƏLLİF:
DİL:
FORMAT:
ÇAP İLİ:
2012
ÖLÇÜSÜ:
749 KB

André’nin atölyesi ‘Cherche-Midi’ Sokağı’ndaydı. Eski bir sokaktı burası. Sokağı çepeçevre saran binalar bir kömür yığını gibi simsiyah ve kirliydiler. Evlerin panjurları bile bu karanlığa boyun eğmişlerdi. Sokak sağlı sollu antikacı dükkânlarıyla doluydu. Bu dükkânlarda ölçülü ve sıkıcı, yaşlı madamlar, tüysüz sakalsız ihtiyarlar bir yığın eski püsküyü satmaya uğraşırlardı: Messidor stili yazı masaları, tahtadan oyulmuş tombul tombul melekler, Çin paraları, nar çiçeği renkli kolyeler, madalyonlar...

Sokağın köşesinde ‘Sigara içen köpek’ (Chien qui fume) yazılı bir tabela, bu tabelanın hemen altında da bir kahve vardı. İçeride, fox cinsi bir av köpeği, dişlerinin arasında ezdiği bir ağızlıkla sigara içiyor, müşterileri eğlendiriyordu.

Karşı kaldırımda, biraz ötede ‘Henri ile Joséphine’ lokantası vardı. Bilmeli ki etli kuru fasulyeyi kimse Joséphine kadar lezzetli yapamaz. Henri, hep mahzene kendisi iner, toz toprak arasından bir şişe şarap çıkarır, hesabı hep taştan bir yazbozun üzerine yazar, hep neşelidir ve dilini şapırdatarak karısının yaptığı yemeklere övgüler yağdırır. Yemeğini yiyip çıkan müşteriyi de güler yüzle uğurlar.

Lokantanın yanı başında kunduracının küçücük dükkânı vardır. Altmışını çoktan geçmiş bu ihtiyar bir yandan pençe yapar, bir yandan da kendi kendine şarkı mırıldanır: Hep aşktandır çektiğim (C’est ce coquin d’Amour’) Kunduracıyı çiçekçi dükkânı izler, vitrini kasımpatları, şebboylarla doludur. Sahibesi kupkuru, temiz bir ihtiyardır. Kapısının önüne astığı bir tabelaya her sabah o gün anılacak, kutlanacak ‘aziz’in adını yazar.

Bu sokakta kaldırımların üzerine tebeşirle yazı yazarlar hep: Örneğin ‘cennet’ yazarlar, ‘İtalya’ yazarlar. Ve bu kaldırımların üzerinde küçük çocuklar kaydırak oynar. Sabahları, bıyıklı satıcı kadınlar el arabalarını sürükleyerek sokaktan geçerler. Hançerelerinin olanca gücüyle bağırırlar: “Portakal var! Domates var!”

Sonra sıra eskiciye gelir. Varlığını sokak sakinlerine duyurmak için, nereden bulduğu belli olmayan uyduruk bir boruyla seslenir. Ona parçalanmış yelekler, leşi çıkmış pamuk yastıklar getirirler. Akşam üzeri, güneşin batmasına yakın sokak çalgıcıları çıkarlar ortaya. Keman çalarlar, laterna çalarlar, şarkı söylerler. Çalışları da söyleyişleri de kötüdür: Üst katlardan para atılır onlara.

Ama evlerin içi sessizdir. Biraz loş, entipüften eşyalarla dolu odalardır bunlar. Ve bu odalardaki bütün eskilere, bir çocuğa bakar gibi özen gösterilir: Koltukların üzerinde örtüler vardır. Büfelerde kırıkları yapıştırılmış fincanlar, bardaklar görürsünüz. Ev halkından biri üşütüp de aksırmaya başlasa ona hemen ıhlamur içirirler ya da sıcak şarap verirler, bazen de hardal yakısı hazırlarlar. Romatizmalı olanlara sızılarını dindirsin diye olmadık ilaçlı sular kaynatılır. Bu semtte kediler ordu halinde gezerler; evlerin, dükkânların içi, vitrinler hep bu besili ve tombul hayvanlarca işgal edilmiştir. Sokak asıl güneşin battığı sırada çok güzelleşir. O zaman her şey mavileşir; usta bir ressamın kalemiyle çizilmiş gibi oluverir.

İşte André’nin atölyesi bu semtte, bu sokakta, bir binanın en üst katındaydı; alabildiğine güzel bir manzarası vardı. Bina damları, yine damlar, hep damlar. Çalkantılı bir denizi andırırcasına kurulmuş, tuğlalardan yaratılmış bir okyanus. Ve damların üstünde binaların bacalarından ince ince savrulan dumanlar. Uzakta, oldukça uzakta da portakal sarısına bürünmüş kargaşalı bir parlaklık halinde Eyfel Kulesi.